America going back!
10 Ekim 2021
ABD’de, 2016 yılında mevcut Başkan Donald Trump’ın göreve seçilmesi ile ABD’de Çin’in bu ekonomik anlamdaki gücünü benimsemiş ve stratejilerini ona göre şekillendirmeye başlamıştır. Son birkaç yıldır ciddi ölçekli bir ticaret savaşına dönüşen ABD-Çin çatışmasında henüz kazanan ya da kaybeden olmasa da sürecin ekonomik anlamdaki geleceği, muhtemel olarak dünya siyasetini ve ekonomisini aynı anda şekillendirebilir. Bu çalışmada, ABD ve Çin arasındaki ticaret savaşlarının çok kanallı olacak şekilde, dünya siyaseti ve ekonomisi üzerindeki etkilerine değinilecektir. Aynı zamanda, sürecin geleceğine dair tahminlere, yine bu çalışma içerisinde yer verilecektir.
ABD’nin Ekonomik Endişeleri İçerisinde Çin’in Yeri
Mevcut ABD Başkanı Donald Trump, ABD’nin Çin ile ilişkilerinin şekillenmesi konusunda, son derece karmaşık bir bakış açısına sahip bir siyasi karakter olarak değerlendirilebilir. Çünkü Trump, başkanlığı öncesindeki süreçte, Çin’in ekonomi alanındaki atılımlarını ve genel olarak finansal gelişimini son derece takdir ettiğini belirtmiş, hatta bölge ülkelerine Çin’i bir model ülke olarak göstermiştir. Fakat ABD Başkanı olarak seçildikten sonraki süre zarfında Trump, Çin’i bir para manipülatörü ve dünya ticaretini tehlikeye sokan bir ülke olarak lanse etmiştir. Söz konusu yaklaşımlar, aslında, ABD’nin, kısa bir zaman dilimi sonrasında Çin’e karşı izleyeceği yol haritasını büyük ölçüde belli etmiştir (Kanat, Michalke ve Hannon, 2017, s. 25-27).
Donald Trump, ABD-Çin arasındaki ticari ilişkilerin negatif yönde gelişimi konusunda önemli etkisi olan bir isimdir, ancak Trump, sadece, doğrudan doğruya Çin’i hedeflemek sureti ile bir ekonomi politikası belirlememektedir. Trump, Çin’i ekonomik anlamda bir çevreleme politikası ile baskı altına çalışmaktadır. Japonya, Tayvan ve Güney Kore’nin Çin’e ile ticari ilişkilerinin kısıtlanması konusunda hali hazırda bir baskısı bulunan ABD, İran üzerinde de Çin’in ticari ilişkilerini bir çemberin içerisine almaya çalışmaktadır. İran’ın, Çin’in enerji ihtiyaçlarını karşılaması konusundaki potansiyelinin farkında olan ABD, İran’ın dünya ile olan ticari bağını kesmek adına bir baskı uygularken, Çin ile ilişkilerinin iyi olabilmesi adına İran’la enerji ticaretinin kısıtlanması ya da bu ticaretin sonlandırılması konusunda baskı uygulamaktadır (Yorulmaz, 2018, s. 6). İran’ın, Çin’in enerji konusundaki ihtiyaçlarının önemli bir tedarikçisi olduğu göz önünde bulundurulduğu süre zarfında, ABD’nin tek bir ülkeye uyguladığı baskının, iki rakibini sürecin dışına çıkarmayı amaçladığı anlaşılmaktadır.
ABD’nin Çin konusunda yaşamış olduğu en büyük endişe, 2010 yılı itibari ile elde edilen veriler ışığında değerlendirildiğinde, bu ülkenin, dünyanın en büyük ikinci iktisadi gücü haline gelmiş olmasıdır. Bu gücün hızlı gelişiminin ABD’nin kontrolü dahilinde gerçekleşmemiş olması ve Trump’ın başkanlığı ile yeni düşman, rakip vb. kimliklerin arayışına girilmesi, söz konusu şekilde yükseliş yaşamış olan Çin’i bir hedef haline getirmiştir. Aslen ABD, Çin’in ekonomik anlamdaki yaşam damarlarını, Uzakdoğu bölgesinde kesmek istemektedir. Bunun için de Asya’daki birçok ülkeye, Çin ile olan ekonomik ilişkilerini kısıtlamaları ve ABD ile ortaklık yapmaları konusunda baskı uygularken Çin, bu duruma engel olmak ve kendi bölgesini korumak adına gereken tüm finansal tavizleri vermektedir (Köksoy, 2019, s. 84).
Çin, ABD’nin ekonomik anlamda etkili olduğu ve eski sömürge zihniyetini yeni bir perspektif ile değerlendirdiği bölgelerin hemen hepsinde, kendisine yeni yayılma alanları bulmaya çabalamaktadır. Bunların başında da Ortadoğu gelmektedir. Bu bölge, geniş topraklar ve değerli doğal kaynakları nedeni ile dünya siyasi ve ekonomi rekabetinin merkezi olarak değerlendirilebilecektir. Çin, Şanghay Beşlisi ile Asya’daki önemli ülkelerin hali hazırda bir ortağıdır. BRICS üyeliği ile birlikte de Rusya ve Hindistan gibi Asya ve Ortadoğu’da önemli söz sahibi olan ülkeleri kendi tarafına çekebilmiştir (Molchanov, 2017, s. 140-142).
Öte yandan Çin, Şanghay Beşlisi ve BRICS üyeliği ile beklediği ortaklıkları elde etmiş olsa da Ortadoğu’nun önemli ülkeleri olan Arap devletleri ile de yakın ilişkiler kurmayı planlamıştır. 2000’li yılların başından beri Arap Ligi ile yakın ilişkileri bulunan Çin, 2014-2016 Eylem Planı ve 2014-2024 Kalkınma Planı ile bölge ülkeleri ile birlikte yürütülecek olan ticari ilişkiler ve ekonomik faaliyetlerin bir yol haritasını çıkarmıştır. Çin, bu noktada, bilhassa Körfez ülkeleri ve gelişmemiş konumdaki Arap ülkeleri açısından son derece çekici bir ortak konumundadır. Bunun temel nedeni, Çin’in, ABD gibi Ortadoğu’da bir sömürge geçmişinin bulunmamasıdır. Aynı zamanda Çin, kendisinin Ortadoğu için kalkınmanın tahsisinde önemli bir rol oynayabilecek konumda olduğunu ispatlamak adına da bu ülkelere doğrudan yatırımlar yapmak sureti ile söz konusu ülkeler ile ikili ticari ilişkilerini, öncelikli olarak bölge ülkelerinin çıkarına olacak şekilde geliştirmektedir (Aslan, 2014, s. 43-44).
Bir başka açıdan ele alındığında Çin, sadece Ortadoğu özelinde olacak şekilde ABD’nin küresel ekonomik gücüne meydan okumamaktadır, aynı zamanda Çin, Afrika gibi zengin doğal kaynakları olan, ancak finansal anlamda sürdürülebilirliği olmayan bir bölgenin de artık ortaklarındandır. 1970’li yılların sonu itibari ile başlayan Çin’in Afrika’yı keşfetme çabaları, 2000’li yılların hemen başına dek sürmüş, bu tarih itibari ile de Çin, Afrika için önemli bir yatırımcı haline gelmiştir. Çünkü Çin, doğrudan doğruya, Afrika’daki altyapı hamlelerine ve bölge ülkelerinin aciliyet arz eden finansal beklentilerine cevap vermek adına bir strateji geliştirmiştir. Nihai olarak da söz konusu strateji, Çin açısından, Afrika’daki doğal kaynaklardan, ülkenin enerji ihtiyaçlarını karşılamak adına bir çıkar odaklı yatırımla ilgili olmaktadır (Ertekin, 2017, s. 217-218).
ABD-Çin Restleşmesinin Kronolojisi ve İçeriği
Trump yönetimi ile Çin’e karşı olan yaptırımların potansiyelini arttıran temel konu Çin’in 2010’lu yıllar başında kazanmış olduğu ivmedir. Fakat bu dönemdeki iki gelişme, ABD’nin ticari yaptırımlarla Çin ekonomisini yavaşlatma girişiminin temelini oluşturmaktadır. Bunlardan ilki 2011 yılı itibari ile Çin’in, beklenenden daha yavaş olmasına karşın, %7’lik bir büyüme kaydedilmiş olmasıdır. Bu büyüme, ABD’nin Uzakdoğu’daki müttefiklerini de tehdit eden bir durumdur. İkinci husus, Çin’in uluslararası ticaretteki etkin ve ABD’nin ticari potansiyelini rahatsız edici türden uygulamalarıdır. 2013 yılında Çin, ABD’yi geride bırakarak en büyük emtia ticareti gerçekleştiren ülke konumuna gelmiştir (Tekir ve Demir, 2019, s. 264).
Söz konusu süreçler incelendiğinde, ABD’nin, Çin’in ilerlemesine karşılık bir tepki ortaya koyması konusunda beklentiler ortaya çıktığı gibi ABD Başkanı Donald Trump, kamuoyu baskısının yoğun olmasını bahane ederek Çin ile karşılıklı restleşmeye giden bir süreci yaratmıştır. Çin de bu sürece, kendi stratejisi dahilinde cevap vermiştir. Süreç, aşağıdaki kronolojik sıralama ile yaşanmıştır (Aran, 2018, s. 2-4):
· ABD, 8 Mart 2018 tarihinde, demir-çelik ve alüminyum ithalatının bazı kalemlerine sırasıyla %25 ve ilave gümrük vergisi koyma kararı almıştır. Bu şekilde, ABD’nin kendi iç dinamiklerine dönmesi hedeflendiği gibi Çin ile ticaretin eski şartlarla devam etmesinin, ABD için bir ulusal güvenlik riski oluşturduğu iddiası gündeme getirilmiştir.
· 23 Mart 2018 tarihinde ABD, Donald Trump’ın bizzat inisiyatif kullandığı bir şekilde, Çin’den ithal edilen 60 milyar dolarlık ürünü hem ABD ekonomisine zarar verdiği hem de ulusal güvenlik riski oluşturduğu gerekçesi ile soruşturma kapsamına almıştır.
· 2 Nisan 2018 tarihinde Çin, ABD’nin restine karşılık olarak bu ülkeden ithal ettiği 3 milyar dolarlık ürün gamına %25 değerinde ilave gümrük vergisi koymayı kararlaştırmıştır.
· Bir gün sonrasında, ABD, Çin’in fikri mülkiyet haklarına zarar verdiği gerekçesi ile Çin’den, 50 milyar dolar tutarında toplam 1.300’den fazla olacak şekilde getirilen ürünün cezaya tabi tutulmasına karar vermiştir. Donald Trump’ın iddiasına göre söz konusu fikri mülkiyet haklarının ihlalinin ABD’ye olan maliyeti 200 ile 300 milyar dolar arasında değişmektedir.
· Çin hükümeti, bu hamleye karşılık olarak 4 Nisan 2018 tarihinde, Çin’in ABD’den ithal ettiği 50 milyar dolar değerindeki 106 ürüne %25 oranında ilave gümrük tarifesi koymayı amaçladığını belirtmiştir. Ürünler arasında ticari bazı uçaklar, otomobil, kimyasal maddeler yanında soya fasulyesi gibi tarımsal ürünler yer almaktadır.
· Bu sürecin son halkasında ise ABD Başkanı Donald Trump tekrar inisiyatif kullanmak sureti ile Çin’in ABD’ye olan 100 milyar dolarlık ihracatına ilave gümrük tarifesi koymak için inceleme başlatmasını istediği ilan edilmiştir.
ABD-Çin ticari savaşının ilk adımlarının atıldığı 2018 yılının ilk çeyreğinde, iki ülkenin de birbirlerini en hassas ticari noktalarından vurmaya çalıştığı gözlemlenmektedir. ABD, Çin’e göre konunun hassasiyet dahilinde ele alınması açısından çok daha sert bir tutum sergilemiştir. Başkan Trump’ın kişisel yaklaşımları ekseninde şekillenen ABD’nin Çin’e karşı olan ticari konulardaki baskısı, ulusal güvenlik endişesi ekseninde irdelenmiştir. Trump, Çin’e karşı ulusal ve uluslararası bir baskı uygulamak kaydıyla, konunun manevi boyutunu da ön plana çıkarmıştır. Öte yandan Çin, kendisinin de üretimini gerçekleştirebileceği, ancak hali hazırda ABD’nin dış ticareti açısından kritik değeri bulunan ithal ürünleri hedef almak sureti ile Amerikan ekonomisine ani ve sert bir darbe indirmeyi planlamıştır.
Süreç, 2019 yılı içerisinde de devam etmiştir. 2019 yılının Temmuz ayında iki ülke devlet başkanları nezdinde yapılan görüşmede tarafların, birbirleri ile olan ticari süreci ve karşılıklı ekonomilerini zedelememek adına anlaşmak için hareket ettikleri, ancak nihai bir kararın süreçten çıkmadığı görülmüştür. Bunun ardından ise ABD, 300 milyar dolar tutarında Çin’den ithalatına 1 Eylül tarihinden itibaren ek gümrük tarifesi artışı yapacağını açıklamış ve uygulamaya koymuştur. Bunun üzerine Çin’de 2019 yılının Temmuz ayında, ABD’den ilave olarak almaya söz verdiği tarım ürünlerinin ithalatından vazgeçtiğini açıklamıştır. En önemlisi, Donald Trump, Çin pazarındaki uygun fiyatlı hammaddeler ile üretim gerçekleştiren Amerikan menşeili firmalara seslenmek sureti ile Çin’deki ortaklıklarını bitirerek kendi ülkelerine dönmelerini istemiştir. Çünkü Trump ve Amerikalı yetkililer, Çin’in teknoloji desteği ile büyümesi hızlanan ekonomisinin potansiyelinden endişe duymaktadır (Aran, 2019, s. 2).
2019 yılındaki restleşme, aslında ABD’nin, Çin karşısındaki endişesini ve genel olarak Çin’in süreç içerisindeki kararlı tutumunu da gözler önüne sermektedir. ABD, 2008 yılından itibaren, Çin’e ne denli baskı uygulamaya çalışmışsa da Çin, kendisine yapılan tüm ticari yaptırım tehdit ve uygulamalarına karşı kendi stratejisini sürecin içerisine entegre etmeyi başarmıştır. Bu cevap şekli etkili olmuş olacak ki ABD, Çin’in her verdiği karşılık neticesinde yaptırımların ve ekonomik tehditlerin dozunu hızlı ve yüksek değerli olarak arttırmıştır. Fakat 2019 yılındaki ekonomik yaptırım restleşmesi, ABD’nin, finansal anlamda Çin’e dair endişelerini daha net bir şekilde ortaya koymaktadır. ABD Başkanı Trump’ın, Amerikan menşeili firmaları ABD sınırları içerisinde üretim yapmaları konusundaki söylemi, Çin’in büyüyen ve dünya genelinde son derece güçlü hale gelen teknoloji ekonomisinin yarattığı endişeleri de ortaya koymaktadır.
Konunun teknoloji boyutuna odaklanıldığında, ABD’nin tarım, sanayi ürünleri ve enerji konularında Çin’i ekonomik anlamda çevreleme politikasının ötesinde, teknolojinin yarattığı endişenin boyutları, aslında düşünülenden daha büyük ölçeklidir. Buna göre ABD, doğrudan kendisi olduğu gibi müttefikleri aracılığıyla, Çinli teknoloji ve teknolojik ürünler üreticisi olan HUAWEI’i ABD pazarından ve genel olarak Batı pazarlarından çıkarma mücadelesi vermektedir. Fakat bu mücadele beklenen etkiyi yaratmamıştır. Çin, HUAWEI de dahil olmak üzere devlet bütçesinden desteklemek sureti ile faaliyetlerini teşvik ettiği yerel firmalarının üretim ve satış alanlarını 2019 yılı içerisinde daha da genişletmiştir (Petsinger vd., 2019, s. 40). Bir başka deyişle ABD’nin Çin üzerindeki, teknoloji ekonomisi temelli baskısı, beklenen etkiyi yaratmadığı gibi aksine, Çin firmalarının Asya’daki hakimiyetini daha da güçlü bir hale getirmiştir. Bu durum, Amerikan menşeili firmaların Asya’daki üretim ve satış alanlarının daralmasına sebebiyet vermiştir.
Genel olarak bakıldığında ABD, Çin’i ekonomik anlamda baskı altında tutmak konusunda, ikili ilişkilerin dışında da bir baskı ortamı yaratmak adına çaba sarf etmektedir. Bunun en önemli örneği, ABD’nin Dünya Ticaret Örgütü’nün rolünü süreç içerisinde yükseltmek sureti ile Çin’in faaliyetlerini kısıtlama çabasıdır. Çin’in yıllık ticaret hacmini oranında daraltmak konusunda kendisine hedef koyan ABD, bunu göreceli olarak meşru bir zemine yerleştirmek adına Dünya Ticaret Örgütü’nün sürecin içerisinde aktif bir şekilde rol almasını beklemekte, hatta Dünya Ticaret Örgütü üzerinde de baskı kurmaya çalışmaktadır. Söz konusu baskı, Çin’in çevrelenmesi adına önemli bir adım gibi gözükse de Dünya Ticaret Örgütü’nün bu baskısının, ABD nezdinde yeterli düzeyde olumlu bir etki yaratması beklenmemektedir. Aksine, tahminler, bu tip bir baskının, Amerikan şirketlerinin ve genel olarak ABD ekonomisinin üzerinde ciddi ölçekli bir tehdit oluşturacağı yönündedir (Meltzer ve Shenai, 2019, s. 18-19).
SONUÇ
ABD’nin, Çin ile ekonomik ilişkilerde baskın bir figür olmak adına ciddi ölçekli bir çaba sarf ettiğini görmek mümkündür. Aynı zamanda ABD, Çin’in elinde bulunan üretim potansiyelini kontrol etmek adına da yaptırımlar ve çeşitli siyasi baskılar aracılığıyla Çin’i, kendisinin istediği çizgiye getirmeye çalışmaktadır. Fakat elde edilen veri ve bilgiler, bu denli yoğun bir çabası bulunmasına karşın ABD’nin ne Çin’i ekonomik anlamda zayıflatabildiğini ne de Çin’i siyasi anlamda, kendi isteği doğrultusunda yönlendirdiğini göstermektedir; aksine, ABD, Çin’in kendisi karşısında söz konusu olan gücünü keşfetmiş ve bunun için yeni stratejiler belirlemek durumunda kalmak sureti ile saldırgan tutumundan vazgeçmiştir.
Çin perspektifinden konuya bakıldığında, ülkenin sahip olduğu ekonomik potansiyelin ve üretim gücünün, ABD’ye karşı doğrudan doğruya bir rakip olma şansı yaratmasa bile dünya ekonomisinde sözü geçen aktör olmaya gücünün yettiği anlaşılmaktadır. Bunun yanı sıra Çin, herhangi bir şekilde, ABD’nin baskıları neticesinde yönünü ya da stratejisini değiştirmemiştir. Çin, kendisini bir adım öne taşıyacak nitelikteki üretim gücünü arttırmaya devam ederken, vermiş olduğu mesajla, aslında ABD’nin stratejisini kendi stratejisi ile uyumlu hale getirmeye zorladığı anlaşılmaktadır. Bir başka deyişle Çin, ABD’nin baskılarına boyun eğmeden, küresel ekonomik rekabetin içerisinde var olması adına gereken şartlara sahip olduğunu ve bu vesile ile de artık küresel finansal sisteme yön verebilecek nitelikte olduğunu büyük ölçüde ispatlamıştır.
10 Ekim 2021
28 Eylül 2021
24 Ağustos 2021
11 Ağustos 2021
01 Ağustos 2021