America going back!
10 Ekim 2021
Giriş
Ermenistan’ın, yaklaşık bir ay önce başlayan ve son günlerde artık bariz bir şekilde Azeri masum sivilleri yok etmeye yönelik operasyonları, bölgenin tarihinde, Hocalı katliamından sonraki utanç duyulacak olaylardan bir başkasını ifade etmektedir. Ermenistan, uluslararası hukuka aykırı olarak işgal ettiği Dağlık Karabağ topraklarında daha fazla hak elde etmek ve Azerbaycan’ı kışkırtarak kendisine maddi ve manevi olarak meşru bir konfor alanı yaratma telaşı içerisindedir. Fakat Dağlık Karabağ’daki genel sorun ve çözümsüzlük, aslında Ermenistan’ın 1990’lı yıllardan bu yana süre gelen insanlık dışı eylemlerinin bir sonucudur ve bu eylemler, bugün de uluslararası kamuoyunun gözünün önünde, herhangi bir sert tepki ile karşılaşmadan sürmektedir. Ermenistan’ın bu denli bir umursamaz tavrının içerisinde bulunmasına sebebiyet veren unsurları incelemek, durumun bugününün anlaşılmasını kolaylaştıracaktır.
Ermenistan’ın Hukuksuz Tutumu
1990’lı yılların başında, Ermeni vatandaşların zorla Azerileştirilmeye çalışıldığı yalanı ile Dağlık Karabağ’da ilk işgallere başlayan Ermenistan güçleri, hukuki temeli olmayan bu iddia neticesinde, dağılan Sovyetler Birliği’nden kalan silahların çok büyük bir bölümünü kendi adlarına kullanmak sureti ile operasyonlar başlatmışlardır. Ermenistan’ın asılsız iddiasına göre çatışma Dağlık Karabağ’da yaşayan Ermenilerin kendi kaderlerini tayin etme isteği ve bu isteğin Azerbaycan tarafından güç uygulanması ile engellenmesi sonucu ortaya çıkmıştır. Fakat Azerbaycan tarafı haklı gerekçeler ve tarihi kanıtlar ile birlikte söz konusu operasyonları, Ermenistan’ın “Hai-Taht” doktrininin, “Büyük Ermenistan” ideolojisinin ve işgalci politikasının sonucu olarak değerlendirmiştir (Şıhaliyev ve Yılmaz, 2015, s. 32).
Aslında, Sovyetler Birliği’nin dağılması sonucunda bağımsızlığını ilan eden Azerbaycan ile Ermenistan, kendilerine yeni bir yol haritası belirleme çabasındayken, bölgedeki etkisini kaybetmek istemeyen yeni Rus devletinin Ermenistan’a, Azerbaycan üzerinde baskı kurması konusunda destek sunması, Ermenistan’ın hukuksuz eylemlerine bir zemin oluşturmuştur. Ermeni birlikleri Sovyet askeri mühimmatları ile donatılırken Ermeni bürokratların, bölgenin hâkimi konumunda olan bir ülkenin temsilcisi oldukları mesajı verilmeye çalışılmıştır. Taraflar arasındaki mutabakatın imzalandığı 1994 yılına dek geçen süre zarfında Ermeni tarafı, Rusya’dan kendisine verilen gayrimeşru operasyon gerçekleştirme telkinini sürdürülebilir hale getirmiş ve Azerbaycan’ın toprak bütünlüğüne karşı, irili, ufaklı saldırılar gerçekleştirmiştir (Yılmaz, 2013, s. 77-78).
Ermenilerin saldırıları sırasında en fazla can yakan olay ise 25 ve 26 Şubat 1992 tarihlerinde yaşanmıştır. Ermeni birliklerinin Hocalı kentine düzenledikleri saldırılarda, Azerbaycan hükümetinin resmi rakamlarına göre 600’ün üzerinde masum insan hayatını kaybederken, yüzlerce Azeri vatandaşı da Ermeni birlikleri tarafından esir alınarak Ermenistan’a götürülmüş ve bir daha da kendilerinden haber alınamamıştır. Katliamları meşrulaştırmak adına bir yalan haber politikası uygulayan Ermenilere siyasi ve askeri anlamda destek veren Rusya yüzünden, gerçekleştirilen katliamlar ve kaçırılma olayları, tarihe “Hocalı katliamı” olarak geçmiş ve Ermenistan’ın tarihinde bir kara leke olarak yerini almıştır (Özçelik, 2017, s. 448).
Rusya’nın Süreçteki Rolü
Şüphesiz, Azerbaycan-Ermenistan tarihsel gerginliği göz önünde bulundurulduğunda, Rusya’nın, süreç içerisindeki rolünün göz ardı edilmesi mümkün değildir. Hatta Rusya’yı, sürecin bu noktalara gelmesi konusundaki en önemli siyasi aktör olarak değerlendirmek mümkündür. Rusya, Kafkaslar’daki güvenliği sağlamak adına doğal ve zorunlu bir aktör olmasına karşın, Ermenistan ile Azerbaycan arasında bir ayrıma gitmesi ve Ermeni tarafını tercih etmesi söz konusu olmuştur. Aslında Rusya, Avrupa Güvenlik ve İş birliği Teşkilatı’na bağlı Minsk Grubu’nun eşbaşkanlarından biri olarak bu devletin asıl görevi her iki devlet arasında kalıcı ve adaletli bir barışın egemen olmasına çalışmaktır (Şıhaliyev, 2012, s. 144-145). Fakat mevcut Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in uzun yıllardır süre gelen iktidarının son yılları hariç, Rusya’nın AGİT dahilindeki görevini herhangi bir şekilde yerine getirmediğini görmek mümkündür.
Aslında, Rusya ile Ermenistan arasındaki ilişkilerin güçlü ve etkili olmasında, Ermenistan’ın, Rusya için koşulsuz itaatkâr tavrının da büyük bir önemi bulunmaktadır. Kendi toprakları çevresinde, Avrupa’nın eşgüdümünden uzakta bir Ermenistan’ı her zaman güvenilir bir müttefik olarak değerlendiren Rusya, bu sayede, Ermenistan’ın Dağlık Karabağ’daki uluslararası hukuka tamamen karşı olan işgalini desteklemiştir. Bir başka açıdan bakıldığında, Ermenistan’ın Rusya’ya verdiklerinin karşılığında Rusya hem Ermenileri bir dini ve kültürel topluluktan devlet haline getirmiş hem de onların hukuksuz tutumlarının meşruiyetini desteklemek sureti ile Kafkasya’da, hayatta kalmalarını sağlamıştır (Mustafayev, 2013, s. 64).
Hocalı katliamı, Rusya’nın süreci yönetemediği konusunda net bir tablo ortaya koysa da sürecin daha da içinden çıkılmaz hale gelmesinde, döneminde dönemin Rusya Devlet Başkanı Boris Yeltsin’in, Ermeni odaklı, Azeri karşıtı politikalarının da önemli bir etkisi bulunmaktadır. Minsk Grubu toplantılarında sürekli olarak Azerbaycan’ı etkisizleştirmeye çalışan Moskova yönetimi, bu sayede, Ermenistan’ın süre gelen saldırılarının da meşru hale gelmesine yardımcı olurken, Azerbaycan’ın hem askeri hem de siyasi anlamda savunmasız hale gelmesine sebebiyet vermiştir (Pehlivan, 2016, s. 106).
Uluslararası Kamuoyunun Süreçteki Rolü
1994 yılı itibari ile Dağlık Karabağ sorununun çözümü için Azerbaycan ve Ermenistan arasında, sorunun çözümü adına, uluslararası platformda girişimlerin başladığı gözlemlenmiştir. Soruna çözüm bulmak maksadıyla 1992’de kurulan AGİT Minsk Grubu da sorunun çözümü için somut bir sonuç alamamıştır. Azerbaycan’ın meşru ve uluslararası hukuka dayalı haklarına karşın Ermenistan kamuoyunun farklı beklentileri sorunun çözülmemesindeki önemli sebeplerinden biridir. 1994 yılında AGİT Minsk Grubu eş başkanlığına ABD, Rusya ve Fransa getirilmiştir. Beyaz Rusya, Almanya, İtalya, Portekiz, Hollanda, İsveç, Finlandiya ve Türkiye ile sorunun tarafları olan Azerbaycan ve Ermenistan, Minsk Grubu’nun diğer üyeleridir. Türkiye’nin Minsk Grubu’ndaki eş başkanlığını Azerbaycan desteklerken, Ermenistan buna karşı çıkmıştır (Ekici, 2017, s. 73).
Bu noktada önemli bir hususa odaklanmak gerekmektedir. Buna göre Ermenistan, Dağlık Karabağ sorunun çözümü için Rusya ve Azerbaycan ile birlikte konunun, Azerbaycan’ın müttefiki olması dolayısı ile birincil muhatabı sayılan Türkiye’yi Minsk Grubu’ndaki eş başkanlığa aldırmak istememesine karşın, konu ile herhangi bir alakası bulunmayan ABD, Fransa, Almanya, İtalya, Portekiz, Hollanda, İsveç ve Finlandiya’yı Minsk Grubu’ndaki eş başkanlığa dahil etmeye çalışmıştır. Tüm bu çabanın temel nedeni, gayrimeşru girişimlerini meşru hale getirmek adına kendisine, Ermeni diasporası aracılığı ile baskı kurarak ortak edebileceği ülkeler arayan Ermenistan’ın hukuksuz bir girişimidir. Ermenistan’ın, sürecin içerisinde Türkiye’yi istememesi, Türkiye ile birlikte sürece uluslararası hukukun da dahil olacağı ve bu şekilde de sürecin herhangi bir şekilde Ermenistan’ın istediği şekilde sonuçlanmayacağı ile ilgilidir.
1994 sonrasındaki sözde, uluslararası barış girişimlerine bakıldığında, Birlemiş Milletler (BM) ve Rusya menşeili, Azerbaycan’ın doğal haklarını ve topraklarını elinden almaya odaklı, Ermenistan’ı sürecinde içerisinde güçlü bir şekilde tutmaya çalışan ve ortaklaşa bir yönetim anlayışının benimsendiği çözümlerin ön plana çıktığı gözlemlenmiştir. 2000’li yılların başı itibari ile ABD’nin içerisine dahil olduğu barış planı süreci, Ermenistan’ın çıkarlarının karşılanmaması nedeni ile sürekli olarak kesintiye uğramıştır. 29 Kasım 2007 tarihinde Minsk Grubu eş başkanları tarafından taraflara aşağıda belirtilen Madrid Prensipleri sunulmuştur (Sapmaz ve Sarı, 2012, s. 6):
- Dağlık Karabağ'ın çevresinde işgal edilmiş olan bölgeler boşaltılmalı,
- Ermenistan ile Dağlık Karabağ’ın irtibatını sağlayan koridor açılmalı,
- Barış gücünün işlevini yerine getirecek uluslararası güvence sağlanmalı,
- Bütün göçerler topraklarına dönmeli,
- Dağlık Karabağ Ermenilerine gerekli güvence verilerek kendilerini idare etme hakları tanınmalı,
- Dağlık Karabağ'ın hukuki konumunun belirlenmesi için inisiyatif kullanılmalı.
Sıralanan şartlara bakıldığında, sanki Azerbaycan’ın süreç içerisinde var olan illegal tutumlarının söz konusu olduğu ve bu vesile ile de Ermenistan’a sözde, hak ettiği hukuki standartların sunulmaya çalışıldığı anlaşılmaktadır. Bu tür bir girişim, kelimenin tam anlamıyla bir psikolojik baskıdır. Azerbaycan’ın açık mağduriyeti ve Ermenistan’ın açık uluslararası hukuk ihlallerine karşı uluslararası kamuoyu suskunluğa gömülürken, Ermenistan’ın söz haklarını vermek adına, baskın bir rapor ve belge hazırlanmıştır.
Genel olarak bakıldığında ise BM, Dağlık Karabağ sorununda, konunun Azerbaycan lehine adım atan belki de tek uluslararası aktör olmuştur. BM Genel Kurulu’nda 14 Mart 2008 tarihinde alınan karar ise konu ile ilgili son dönemlerdeki en önemli karardır. 39 lehte, 7 karşı oy ile alınan karar Azerbaycan’ın toprak bütünlüğüne vurgu yapmakta ve Ermeni silahlı güçlerinin işgal ettikleri topraklardan çekilmesini istemektedir. Karar ayrıca yerinden edilen nüfusun geri dönme hakkını da içermektedir (Şıhaliyev ve Yılmaz, 2015, s. 34). Söz konusu uyarı niteliğindeki ve uluslararası hukuku temeline alan karar, BM açısından, konunun muhataplarının hangisinin suçlu olduğunun ifşası açısından son derece değerlidir. Fakat ne ilginçtir ki BM’nin bu kararı, özellikle kararın alınması sürecinde aleyhte oy kullanan devletler arasında en güçlü olan aktörler olarak ABD, Rusya ve Fransa tarafından uygulamaya konmaması için baskı ile karşılaşmıştır. Belki de bu kararın uygulanmasına öncülük edilseydi, son bir aydır Ermenistan’ın hukuk dışı ve masum sivillerin yaşamlarına mal olan saldırıları çok uzun yıllar öncesinden önlenebilecekti.
Sonuç
1990’lı yılların hemen başında, Dağlık Karabağ’daki silahlı ve varlıklarının meşruiyeti bile tartışmalı olan Ermeni grupların kışkırtması ile başlayan bir düşmanlık, bugün Kafkasya’nın olduğu kadar çevre bölgelerin ve ülkelerin de huzurunu tehdit etmektedir. Bu durumun net olarak sorumlusu ise Ermenistan’dır. Yaklaşık bir aydır süre gelen saldırılarda, özellikle ve odaklanmış bir şekilde sivilleri hedef alarak operasyonlarını sürdüren Ermenistan, bu şekilde, Hocalı katliamında takındığı tavrı sürdürmeye kararlı olduğunu ve yıllar önce uluslararası kamuoyunun da onaylamış olduğu “katil” ve “işgalci” kimliğini gururlar (!) taşıdığını göstermiştir. Bu süreç, Azerbaycan’ın her ne kadar işini insani anlamda zorlaştırsa da askeri ve siyasi anlamda tarihi bir fırsatı da Azeri yetkililere sunmuştur. Artık, bölgeye dair verilecek kararlarda en güçlü el Bakü yönetimidir.
Genel görüntü itibari ile ele alındığında, bugün yaşanan Azerbaycan-Ermenistan gerginliğinin, her ne kadar bu şekilde olması can yaksa da Azerbaycan yönetiminin istediği sonuçları doğurduğu gözlemlenmiştir. Buna göre ilk olarak Ermenistan, ortada hiçbir neden yokken Azerbaycan’a saldırmıştır. Bu, Azerbaycan için bir meşru müdafaa hakkı doğururken, uluslararası kamuoyu için de Ermenistan’ın işgalci ve katliamcı kimliğini perçinlemiştir. İkinci olarak Ermenistan’ın saldırıları neticesinde, BM’nin 2008 yılındaki baskın ve uluslararası hukuka tam anlamıyla uygun olan kararının uygulanmaması neticesinde tarihsel akışın nasıl da insanlık aleyhine değiştiği açık bir şekilde ortay konmuştur. Üçüncüsü, Ermenistan’ın, herhangi bir şekilde, kendisine ait olduğunu iddia ettiği toprakları korumaya yönelik değil, aksine, yeni ve illegal şekilde elde edilmiş topraklar için saldırılarını düzenlemiş olduğu görüntüler ve çeşitli kayıtlar ile uluslararası kamuoyuna iletilmiştir. Son olarak ise Ermenistan’ın bu tutumu, Azerbaycan’ın, bağımsızlığını ilan ettiği günden bu yana sürdürdüğü Dağlık Karabağ mücadelesinde ne denli haklı olduğunu ve kendisinin bu bölgedeki barışçıl yaşama hizmet ederken Ermenistan’ın, hiçbir şekilde bölgenin barış ve huzuruna odaklı olarak hareket etmediği tescillenmiştir.
Kaynakça
Ekici, Y. (2017). Azerbaycan ve Ermenistan Arasında Bitmeyen Dağlık Karabağ Sorunu. VAKANÜVİS- Uluslararası Tarih Araştırmaları Dergisi, 2(1), 62-77.
Mustafayev, B. (2013). Ermenistan-Azerbaycan Münakaşası Medeniyetlerarası Münasebetler Kapsamında. AVRASYA Uluslararası Araştırmalar Dergisi, 1(2), 64-67.
Özçelik, İ. (2017). Karabağ’daki Hocalı Soykırımının Tarihi Arka Planı. VAKANÜVİS- Uluslararası Tarih Araştırmaları Dergisi, 2(Kafkasya Özel Sayısı), 417-456.
Pehlivan, Z. N. (2016). Rusya’nın Ermeni Devleti Kurma Politikasının Sonucu: Karabağ Sorunu. Asia Minor Studies – International Journal of Social Science, 4(8), 94-109.
Sapmaz, A. ve Sarı, G. (2012). Dağlık Karabağ Sorununda Azerbaycan Tarafından Kuvvet Kullanım Olasılığının Analizi. Güvenlik Stratejileri Dergisi, 8(15), 1-31.
Şıhaliyev, E. (2012). Uluslararası İlişkiler Boyutuyla Ermenistan-Azerbaycan Çatışması. Çankırı Karatekin Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 3(1), 139-160.
Şıhaliyev, E. ve Yılmaz, R. (2015). Ermenistan-Azerbaycan Çatışması: Çözüm Yolundaki Temel Sorunlar ve Gelecek Senaryoları. Bilge Strateji, 7(13), 31-54.
Yılmaz, R. (2013). Kafkasya’da Çözülemeyen Kördüğüm: Dağlık Karabağ Sorunu. Çankırı Karatekin Üniversitesi Uluslararası Avrasya Strateji Dergisi, 2(1), 71-90.
10 Ekim 2021
28 Eylül 2021
24 Ağustos 2021
11 Ağustos 2021
01 Ağustos 2021